Programlama Dünyasının Ustası: Hakkı Öcal

Röportaj: Abdullah Tekin

Hepimiz onun kitapları ile kod yazmaya başlatarak “Merhaba Dünya!” demiştik. Bu sayımızda (Bkz. Sanalkurs E-Dergi Sayı:7) programlama dünyasının meşhur ismi Hakkı Öcal konuğumuz oldu.

Yazdığı kitaplar ve makaleleriyle Türkiye’de bilişimin gelişmesinde önemli katkılan bulunan Dr. Hakkı Öcal’ı genel anlamda bilgisayar dergileriyle birlikte verilen küçük programlama kitapçıklarından tanımaya başladık desek herhalde yanılmış olmayız. Programlama dünyasının hem Türkiye’de, hem yurtdışında tanınan bu önemli ismiyle, ne zamandır gerçekleştirmeyi düşündüğümüz röportaj da bu sayıya nasip oldu.

– Öncelikle hakkınızda bilgisi olmayanlar için kendinizden bahseder misiniz? Hakkı Öcal kimdir? Ne iş yapar? Nelere ilgi duyar? Nasıl “Merhaba Dünya!” demiştir?
Ben 1949 yılında Ankara’da doğdum. Ankara, Kınkkale ve Yozgat’ta liseyi bitirdim. 1971′de AÜ-SBF’den mezun oldum. 1969 yılında Hürriyet gazetesinin Ankara bürosunda gazeteciliğe başladım.

Okulu bitirince, İstanbul’a atandım ve Hürriyet Haber Merkezi Müdür yardımcısı olarak çalıştım. İki yıl sonra gazetenin Yazi İşleri Müdürlüğü’ne atandım (yani henüz kısa pantalon giyerken..).

1975 yılında Boğaziçi Üniversitesi İdari Bilimler’de master’a başladım. Sonra doktoraya devam ettim.

1980-81 ders yılında Harward Üniversitesi’nde Prof. Samuel Huntington’ın başkanı olduğu Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü’nde doktora-sonrası ça-
lışması yaptım.

Bilgisayarla Boğaziçi’nde tanıştım. Harvard’da iken Boston Üniversitesi’nde bilgisayar operatörlüğü bölümüne devam ettim; sertifika almayı başardım.

Sonra WordPerfect firmasında Türkçe dil desteği için danışman olarak çalıştım.

Sonra Tercüman gazelesi Genel Yayın Müdürü oldum. Orada arzu ettiğim gazeteyi kurmama Nazlı llıcak’ın engel olacağını anlayınca ayrıldım ve Güneş gazetesine Genel Koordinatör oldum.

Bir kaç kez Yılın Gazetecisi seçildim; Uluslararası Basın Enstitüsü’nden Basın Özgürlüğü Ödülü’nü aldım. Sayısız yazı yazdım. Basın kartının, basın özgürlüğüne aykırı olduğunu öne sürerek basın kartımı iade ettim. (Sandım
ki herkes peşimden gelecek.. Olan benini basın kartına ve telefon indirimine oldu! Ama bence o günden itibaren ilk kez gerçek gazeteci olmuştum.)

Türk basının yalancılığı ve uydurmacılığı normal iletişim yöntemi saymaya başlaması üzerine Güneş’ten de ayrıldım ve Amerika’nın Sesi radyosuna katılmak üzere 1985′te Washington’a gittim. Fakat radyoda işler tam beklediğim gibi gitmeyince, o sıralarda Usenet servis sağlayıcısı olan UUNet bünyesinde internet devriminin temellerinin atılmasına tanık olacak bir konumda görev aldım. Bu vesile ile Novell’den MS LAN’e kadar mevcut bütün ağ sistemlerinin sertifikalannı aldım. Burada önce George Mason,
sonra Northern Vırginia Community College’da ve Virginia International University’de masaüstü yayıncılık, görsel tasarım ve Web Tasarımcılığı dersi verdim. Byte, PCWorld, PCLife dergilerinde yazı yazdım; kitapçıklar yazdım.

Halen bütçesini ABD Kongresinin verdiği Uluslararası Yayın Bürosu’nun Internet Hizmetleri Bölümü’nde İT uzmanı olarak çalışıyorum. Evliyim. Çocuğum yok.

– Yurtdışında yaşayan biri olarak sizce global dünya çerçevesinde Türkiye’de internetin yeri nedir ya da internet’te Türkiye’nin yeri nedir? Asıl amacına uygun kullanabiliyor muyuz?
İnternetin  veya  daha doğru ifadesiyle IP-tabanlı iletişimin Türkiye’deki yerinin başka bir ülkeden farklı olması gerekmiyor gibi görünebilir. Ancak, Türkiye’de iletişim araçlarının genel durumuna bakarsanız, IP-tabanlı iletişimin de diğer iletişim araçlarından farklı olamayacağını kolayca görürsünüz. İttihat ve Terakki Partisi’nin işbaşında olduğu, hatta kendisi doğrudan iktidara gelmeden ama iktidarı şöyle ya da böyle yönlendirebildiği dönemlerden tutun, bugüne kadar, siyasal merkez (veya başka bir ifadeyle, halkın siyasal tercihleri üzerinde veto yetkisine sahip olan asker-sivil laik-pozitivist aydın Merkez Seçkinleri kadrosu) görünüşte özgür bir basın-yayın sahipliği sistemine izin vermiş, ancak gerek bu organların sahip ve üst kadrolarını belirlemekte, gerekse içeriğinin sınırlarını çizmekte daima yetkiyi elinde tutmuştur. Bazen seçilmiş hükümetler, Merkez Seçkinleri’nin izin verdiği ölçüde bu yetkiyi kullanmış veya istismar etmişlerdir; ancak bu arızî yani istisnaî bir durumdur; gerçek kural iletişimin denetiminin seçilmemiş yani nihai siyasal otoriteye (günümüzde halka) karşı siyasal sorumluluğu olmayan Merkez Seçkinleri’nin elinde olması olmuştur.

Bu “merkezî veto sistemi” Türkiye’deki siyasal sistemi gerçek bir demokrasi olmaktan çıkartmakta ve yetkici, merkeziyetçi bütüncül (authoritarian, totalitarian) bir rejim türüne sokmaktadır.

Yetkici-bütüncül (otoriter-totaliter) rejimler, siyasal etkisi olabilecek hiç bir işlevi, bu tür işlevlere sahip hiç bir siyasal yapısı halkın tercihlerine bırak(a)mazlar; aksi taktirde kendi kendilerini yeniden üretmeleri için gerekli olan ideolojik ortamı yitirirler.

Bu sebeple bugün İnternet Kurulu, Radyo Televizyon Yüksek Kurulu gibi kurumlar eliyle, siyasal iktidarı aşan düzenlemelerle, hatta yargı bile ya eli kolu bağlanarak, ya da tamamen devre dışı bırakılarak, IP-tabanlı iletişim, bürokratik denetim artına alınmıştır. Bir süre “çocukları koruma” ve pornoya karşı önlem alma tarzında, kamuoyunu etkileyecek tarzda, ama sorunun boyutlarını çok aşan bir yaygara yapıldı ve Bilişim Ağı Hizmetlerinin Düzenlenmesi Ve Bilişim Suçları isimli bir yasa çıkartıldı.

Bu yasa ile IP-tabanlı iletişim demokratik olmayan bir denetim altına alınmak isteniyor. Ancak IP’den anlayan herkesin bildiği gibi, bu yapabilmek yani IP-tabanlı haberleşmeyi tam bir kontrol altına alabilmek mümkün değildir. Dolayısıyla Türkiye’de de Internet dünyada nasıl kullanılıyorsa, öyle kullanılacaktır.

Internet, dünyada sağladığı sınır tanımayan elektronik ticaret yoluyla mal ve hizmetlerin daha geniş bir pazara yayılmasını sağladığı gibi, bir bakıma yerleşik yayın kurumlarını aradan çıkartan ve halkın kendi arasında, doğrudan, aracısız, birebir fikir alışverişi yapmasını mümkün kılarak, çağımızın gerçekten bir iletişim çağı olmasına yol açtı. Bu, bir taraftan bürokrasinin doğrudan denetimi çabaları, bir taraftan donanım ve yazılım ithalatını güçleştiren ve pahalı kalmasını sağlayan düzenlemeleriyle bilgisayarlaşmayı önlemesi ve bir diğer taraftan internet bağlantı ücretlerini dünyadaki emsallerinden çok yukarıda tutarak, IP-iletişimini lüks ve belirli bir ekonomik sınıfın ayrıcalığı haline sokmaya çalışması sebebiyle, biraz yavaş oluyor; ama oluyor. Bu arada elektrik-elektronik meslek lisesi mezunlarını bilgisayar öğretmenliği ve mühendisliği okullarına almayarak ve bilgisayar okullarını sınırlı tutarak, halkın ofis otomasyonundan yararlanmasını da sınırlamak istedikleri açıkça bellidir. Ama ne kadar engelleseler de IP-tabanlı iletişim, bugüne kadar gördüğümüz, anladığımız her türlü haberleşmenin çok çok ötesinde bir deneyim sağlıyor halka. Türkiye’nin bu deneyimin dışında kalmayacağını biliyorum, görüyorum.

– Biliyorsunuz İnternet’te sürekli “ASP mi? PHPmi?” sorusu ile kıyaslama ve hatta iddialar yapılmaktadır. Bu sorunun muhatabı olacak tecrübeli kişilerden birisiniz. Bu mukayese hakkındaki ne düşünüyorsunuz?
Ben, bilgisayar dergilerinde yazı yazmaya başlayalı nerede ise 20 yıl olacak; bu süre içinde belki milyona varan soru cevapladım. Ama bir tek soruya cevap vermedim: Hangi dili öğreneyim?

Bu soruyu soran kişi, kendi kendini daha derinden sorgulamalı ve yol yakınken kendisine belki de başka bir iş tutmalıdır. BT’ci adam, her dili öğrenir; ihtiyacı olan her tekniği bilir. Şöyle sorulursa “Bilgisayar dilleri ve ağ-haberleşmesi teknikleri arasında nasıl bir öncelik sıralamayı yapabilirim?” denirse, bu soruya cevap verilebilir. Ama ASP mi, PHP mi sorunun bir tek cevabı var: Her ikisi de. Hiç bir programlama dili bir diğeriyle mukayese edilmemeli; aralarında “şu dil bu dili döver” gibi mahalle kahvesi tarzı karışlaştırmalar yapılmamalıdır. Bir dilin başka bir dile göre bir alanda üstünlükleri olabilir; bir diğer alanda da zaafıyeti olabilir. Bir teknik filanca yerde daha uygundur da, bir diğer yerde uygun değildir. Bu işe yeni başlamış kardeşlerime tavsiyem, hemen beş-on eleman arama ilanına bakmaları ve orada hangi dil ve tekniklerde uzmanlık isteniyorsa, o dil ve teknikleri hemen öğrenmeleridir.

– ASP.net’ in arkasında Microsoft gibi dev bir firma bulunuyor. Buna karşılık sahipsiz gibi görünen PHP’nin geleceği konusunda bazı endileşeler ifade ediliyor, internetteki sitelerin ve programların çoğunun PHP kullandığı ve açık kaynaklı kodlarla devasa kütüphaneleri olduğu gerçeğini göz ardı etmezsek bu varsayıma nasıl cevap verirsiniz?
Benim elimde bu iki teknolojinin yaygınlığını gösterecek bir istatistik yok. Ayrıca böyle bir istatistik olsaydı bile bunun kimseye faydası olmazdı. Hiç kimsenin beklemediği bir gelişme ile MS’ın SharePoint Server’ı bir anda 10 milyar Dolarlık bir Pazaı halini aldı; Şu anda SharePoint için WebParts yazacak eleman arayan firmaların sayısı hızla artıyor. PHP’nin zengin bir açık kod desteği var diye, kurduğunuz bilgisayar şirketinin SharePoint pazarından pay almasına engel mi olacaksınız? Ya da “Ben PHP’yı daha çok severim!” diyerek şu anda WebParts yazmak üzere eleman arayan bir yere başvurmayacak mısınız?

Benim çok genç arkadaşım vardır, ki gençliğin tesiri ile olsa gerek, futbol takımı tutar gibi program ve teknik tutarlardı; ama hayat gailesi omuzlarına çöktüğü anda gördüler ki, BT’ci adamın “o program, bu program!” diye program seçmesi lüksü yoktur. Kendi kişisel sitesini ve o sitede çalışan programı insan istediği dille yazar; istediği dildeki bir kitaplık desteğini kullanır; buna kimse bir şey diyemez. Ama iş meslek halini alıyorsa, yani amatör BT’ci adam, profesyonel BT’ci haline geliyorsa, o zaman piyasa ne gerektirirse, onu öğrenir, o dille yazar.

– Sanalkurs.net olarak genç arkadaşlardan bizlere gelen ve sıkça cevapladığımız önemli sorulardan bir tanesi de “Grafiğe mi yönelmeliyim yoksa Web Programlamaya mı?” şeklinde oluyor. Sizin bu soruya cevabınız nedir?
Bilemiyorum; yani bu sorunun bir tek cevabı vardın kalbinde hangisi önemli yer tutuyorsa! Ben bugüne kadar 5-6 dilde yazdığım programla ekmeğimi kazandım; ama birisi sorsa bana, “BT’ci olarak ne iş yapmak istersin?”diye, bir tek cevabım var. “Font, harf yapmak isterim!” Bilgisayarın başına geçtiğim zaman beni şahsen heyecanlandıran, bitirdiğim zaman gerçekten bir meslekî tatmin hissi duyduğum tek şey, yeni bir font oluşturmak ve bir masaüstü yayın programı ile bu fontla bir poster hazırlamaktır. Bu posterin yazıcıdan yavaş yavaş çıkışında duyduğum saadeti ne PHP, ne ASP, ne Coldfusion, ne de Java programlarımın çalıştığını gördüğüm andaki mutluluk karşılayamaz. Ama biliyorum ki, bu çağda kimseye yeni font satarak, hayatımı kazanamam, eve evmek götüremem. Yine programcılığa devam edeceğiz, çaresiz. Ama kimse benim elimden “fontographer” (hurufatçı, harf tasarımcılığı) zevkimi alamaz. Eğer kişi, becerilerinin pazarlanabilirlik olasılığını yüksek tutmak istiyorsa, günün birinde grafikçi olarak iş bulabilecek kadar Photoshop veya lllustrator bilmelidir. Hatta günümüzde hızla gelişen bir diğer pazar, animasyon işi, özellikle Adobe After Effects uzmanlığıdır.  Bence genç arkadaşların, özellikle grafiğe meraklı genç kardeşlerimin, AE deneyimi edinmelerinde yarar görürüm.

Programcılık, gazetecilik gibi, insanın kanına girdiği zaman kolay çıkmayan bir virüstür! Eğer günün biri nde grafikçi veya animatör olarak çalışmanız gerekirse, bu bir daha asla program yazmamak veya bildiğiniz dilleri unutmak anlamına gelmez. Ben aşağı yukarı 3 yıldır ASP.Net ile tek satır yazmak zorunda kalmadım; ama o dünyadaki gelişmeleri adım adım izliyorum. Haftada bir, bir tutorial (ders)  yazısı okumak o kadar zor olmasa gerek!

– Özellikle bu işin eğitimini almadan programlama yapmak isteyen genç arkadaşlara neler tavsiye edersiniz? Bir insanın kendi başına çabalayarak öğrenebileceği bir meslek midir? Bu sektörde diplomasız başarılı olmanın sırrı nedir?
Bir tarihte, sertifika programlarının, BT alanındaki oyun sahasını düzelttiği ve ülkemizdeki çarpık eğitim düzeninin kurbanı olan (özellikle büyük kentler dışındaki) gençlerin dejavantajını giderdiğini, bu bakımdan onları (tercüme bir deyimle) “büyük eşitleyici” saydığımı yazdım. Bilgisayar mühendisleri başta olmak üzere, bütün mühendis odaları ayağa kalktı; hatta bir mühendis odasının genel kurul toplantısında beni kınama kararı bile aldılar! İftihar ederim böyle bir kınamayla! Sen, Mühendislik Odası olarak elektronik lisesi mezunu, bir tek kursun kapısını çalmadan canavar gibi programcı olmuş adamı mühendislik okuluna almayacaksın; sonra da onun yeteneğini ortaya çıkartan, kabiliyetini tescillendiren sertifikaya “tu kaka!” diyeceksin. Hadi oradan! Mühendis, mevcut hesaplara bakarak yeni sorunlar için yeni çözümler hesap eden adam demektir, ülkemizdeki BT mühendislik işlerine bakıyoruz; ortada çok yaygın bir çözüm üretme hali göremiyoruz! O zaman bu arkadaşların mühendis olarak yaptıklarını yapabilen BT’cinin kendi kendisini getirdiği seviyeyi kanıtlamakta bir sertifakanın yerini inkar edebilir misiniz?

Hayır, edemezsiniz.

Sadece BT alanında değil, her alanda insan kendisini o işin en uç noktasına kadar yetiştirebilir. Ruslar uzaya araç gönderdiğine veya Amerikalılar Ay’a adam gönderdiğinde “roket  mühendisi” veya “Uzay mühendisi” mi vardı? Herkes her alanda kendisini yetiştirebilir. Ancak işe alacağımız adamın yetişme düzeyini bir mülakatla anlamamız mümkün olmadığı için ondan diploma veya sertifika isteriz. İşe alacağı adamın sadece diplomasına bakarak karar veren işadamlarının daha sonra başlarını nasıl taşlara vurduğunu hatırlarsak, diploma veya sertifika kendi başına bir şeyi kanıtlamaz; ama bir fikir verir. Bu bakımdan, eğitim sisteminin çarkları arasında maalesef arzu ettiği okula kavuşamamış arkadaşlarımın asla ve asla umutlarını kaybetmemelerini, çalışmalarını, çok çalışmalarını ve bu arada alabildikleri, geçerli, saygı duyulan sertifikaları almalarını tavsiye ederim. Kendisini yetiştirmiş ve bunu bir sertifika ile belgelemiş ve bir mülakatta başarılarını, edinimlerini, kazanımlarını güzelce anlatabilecek kişilere bu alanda daha uzun yıllar ekmek var.

– İnsanlar tarafından programcılar hakkında genelde şöyle bir önyargı vardır. “Programcılar yemez içmez, saatlerce bilgisayar başında kalıp asosyal bir durum sergilerler. Tüm hayatları bilgisayardır”.  Sizce ne derece doğrudur ya da doğru mu?
Bu önyargı değil, gerçeğin tespitinden ibaret bir ifade. Gerçek bu. BT’ciler genellikle asosyal kişilerdir; bütün hayatları bilgisayardan ibarettir. Yapılan bazı araştırmalar, BT’cilerin özellikle programcıların önemlice bir bölümünde ruhsal bazı durumların ortak olduğunu da gösteriyor. Asperser Sendromu (tinyurl.com/6gfx68) denen bu halin, çok ama çok programcıda ortak olması, “Aspi”lerin programcılığı seçmesinin sonucudur; yoksa programcılık insanı assosyal yapmıyor. Asperger sendromu sahibi olan kişilerin seçtikleri meslekler
genellikle programcılık gibi, diğer insanlarla fazla temas gerektirmeyen, hatta işi yapabilmek için kimseyle temas etmemek gereken meslekler oluyor. Benim tanıdığım programcıların bir bölümü gerçekten böyledir, ama sosyal hayatı son derece renkli, kızlarla-erkeklerle gezip tozan, her akşam yemeğini mutlaka başka arkadaşlarıyla birlikte dışarıda yiyen programcılar da tanıyorum. Kulakları çınlasın!

Eğer siz BT’ci iseniz ve özellikle programcılıktan hoşlanıyorsanız, bu illa ve mutlaka eve-ofise kapanmak, insanlarla teması kesmek zorunda olduğunuz anlamına gelmez. Eğer öyle iseniz, yani hayatta bir tek arkadaşınız yoksa, sinemaya, tiyatroya gitmiyor, ailenizle, arkadaşlarınızla lokantaya veya başka ortak ortamlara gitmekten hiç ama hiç zevk almıyorsanız, programcılığı suçlamayın: siz zaten böylesiniz demektir. Eğer ayakkabı tamircisi de olsaydınız böyle olacaktınız. Ve bunun bir çaresine baktırmanız lazım. Ya sevdiğiniz, aklına güvendiğiniz bir büyüğünüze bu meseleyi açın, ya da doktora gidin. Çünkü hayat bilgisayar başında harcanmayacak kadar güzel ve de kısa!

– Bir önceki soruyla ilişkilendirecek olursak biraz özel hayatınıza girmek istiyorum. Bilgisayarda en fanatik dönemlerinizde bir bayan arkadaşınız var mıydı?
Yoktu! Çünkü benim arkadaşlık etmek istediğim genç kız, benim bilgisayar merakımı görünce, benimle bilgisayardan başka bir şey konuşulmayacağını anlayınca kalkıp gidip RPG kursuna yazıldı. (RPG’nin ne olduğunu Google’a bakmadan bilecek arkadaşlara bir ödül vermek isterdim!) Ve bu kadar akıllı bir kız, elbette beni başkasına kaptıracak değildi, ben de onu başkasına bırakacak değildim; hemen evlendik!

– Hayatımıza internet girdikten sonra sokaktaki dükkanlar ve mağazalar artık sanallaşıp E-Ticaret günden güne yayıldı. Ne var ki bazı ünlü ve güvenilir E-Ticaret sitelerinin kapandığına da tanık olduk. Sizce Türkiye’de E-Ticaret nereye gidiyor?
İyiye gidiyor. Daha da iyiye gidecek; bundan endişe etmemek gerekir. Şu anda malî bir kriz var dünyada. Bu. zamanında önlem alınmaz ise, ekonomik krize dönüşebilir. Böyle bir durumda bütün perakende satışlar düşer; fiyatlar düşer; firmalar kapanır. Elektronik ticaret de bundan nasibi alır. Ama bu demek değildir ki. dünya ekonomisi batıyor; ticaret yok oluyor. Kapitalizm çöküyor, yerine filanca sistem veya falanca inancın düzeni geliyor gibi ifadeler bilimsel değer taşımıyor bence. Yok öyle bir şey. Herşey yine, yakında, eskisi gibi güllük gülistanlık olacak ve olup bitene nelerin sebep olduğunu öğrenecek olan maliye ve ekonomi planlayıcılarının alacakları önlemlerle küresel ekonomi daha da sağlam hale gelecektir.

– Son dönemlerde sıkça rastladığımız ve genç arkadaşların oldukça ilgisini çekmekte olan online oyunlar hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Çocukları ne yönde etkilemekte ve bağımlı olanların kurtulma formülü ne olabilir?
Oyunca bağımlılıktan kurtulmak veya böyle kişileri kurtarmak gibi bir dert olmamalı. Çünkü bilim adamlarının belirlemeleri gösteriyor ki, çok ama çok az bir kesim, rakam verecek olursak 10,000′de 2.5 kişi, oyun bağımlılığından kurtulamıyor. Diğer kesim, yaşının gereği ne ise onu yapıyor ve oyun kimsenin işine, eğitimine ve sosyal hayatına engel olmuyor.
Bu bakımdan çocuklarınız veya genç kardeşleriniz bilgisayar oyunlarının başından kalkmıyor ise bırakın kalkmasın! “Oyun bağımlısı olacak!” korkurusuyla çocuklara oyun oynatmamanın daha başka ruhsal sakıncaları var. Ana-babanın, çocuğuna diğer merakları, zevkleri veya uğraşları ile kişisel, ailesel, eğitimsel ve sosyal sorumlulukları arasında denge kurmayı nasıl öğretiyorsa (ki öğretiyor olmalı), aynı şeyi bilgisayar oyunları konusunda yapması yeterli olur. Daha fazla bir endişeye veya çabaya gerek yoktur.

– Sanalkurs.net bildiğiniz gibi ücretsiz dersler yayınlamakta. Bu bağlamda sitenin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Benim kişisel deneyimim, halkımızın “bedava” şeye, vermesi gerektiği kadar değer vermediğini gösteriyor. Bence hizmetinizi iki bölüme ayırabilirsiniz. Giriş niteliğindeki kursları ücretsiz sunmalısınız; ama orta düzeydeki kurslar için kayıt olmayı sorunlu kılmalısınız. Kurs metninin linkli ancak kayıt olana ve talep edene elektronik mektupla gönderilmelidir. Yüksek düzeydeki kursları ise sembolik de olsa ücrete bağlamalısınız, ki insanlar aldıkları “meta”nın değerini bilsin!

İnternet’ te (ç)alıntı yaparak ve altına “emeğe saygı” imzasını atarak kolay yoldan bir yerlere ulaşmaya çalışanlar için görüşleriniz nelerdir?
Bu görüşlerimi açıkça söylersem, ayıp olur! Ama şu kadarını söyleyeyim ki, başkasının emek ürününü, o ürünü ortaya çıkartan insanın, yani fikir ve sanat eserinin sahibinin izni olmadan almak, hırsızlıktır. Hırsızlık, her büyük suçun ve günahın da hareket noktasıdır.

Teşekkürler….

05 Şubat 2010 19:09 Tarihinde Sanalkurs.net üzerinden alınan izin ile yayınlanmıştır, alıntıdır.

Yorum Bırak

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.